17 Aralık 2013 Salı

Kilo sorunu hakkında...

Uzun yıllardır bitip tükenmek bilmeyen bir diyet problemim var. Zaman zaman tıbbi çözümlerde denedim, kendi kendime de bir takım programlar uyguladım ancak verdiğim kiloların bazen iki katını geri aldım. Bu sorunla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum ama bildiğim tek şey bu kilolarımdan öncelikle sağlık için sonra da kendi mutluluğum için kurtulmam. Bununla ilgili bir araştırma yaparken aşağıdaki linkten bir programa rastladım ve sizlerle de paylaşmak istedim. Kişiye özel diyet listeleri, alternatif yemek seçenekleri, günlük kalori hesaplamaları ve egzersizleri ile güzel bir çözüm sunuyor. Umarım sizlerin de işine yarar, ben uyguladıkça ve sonuç aldıkça paylaşacağım. 

16 Aralık 2013 Pazartesi

Heyyy yoksa gerçek mi?

Son zamanların moda terimi Evren'e yayın yapmak, enerji göndermek. Tabi bazen her yaptığımız yayından hemen geri dönüş alamıyoruz ama bazen de gerçekten birebir aynısını yaşayabiliyoruz. Bundan yaklaşık 2-3 ay öncesinde başladığım bir hayal dönemim var. Bu dönemde hayal ettiğim, arzuladığım, düşlediğim şeyi en küçük detayına kadar yaşıyorum, yaşanmış gibi hissediyorum. Mutlu uyuyorum, mutlu uyanıyorum, bana keyif veriyor. Yaptığım yayında öyle detaylar var ki, sanki bu yayının o ince detaylarının tutacağı bir şeyler kıpırdanıyor şimdi... Etrafta dolaşıyor, enerjisini gönderiyor ama bakalım zamanla göreceğiz o yayın gelip bulacak mı? Yayın gelip bulsa da bulmasa da bana şunu gösterdi, sen yeter ki iste, istemesini bil ve gönülden iste. Biz sana senin için en uygun ve sana en hayırlı zamanda onu göndereceğiz. Sabırla beklemek belki. Güzel günler yakındadır umarım... 

14 Aralık 2013 Cumartesi

KARİYER...

Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler :

‘Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı.

Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında.

Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. !

Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.

Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.

Kahvenizin tadına varın!

En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

11 Aralık 2013 Çarşamba

Çalışkan aptallar...

Alman General Kurt von Hammerstein-Equord'dan bir söz; 



"Subaylarımı 4 sınıfa ayırırım; akıllılar, tembeller, çalışkanlar ve aptallar. Her subay bu özelliklerden ikisine sahiptir. Akıllı ve çalışkan olanlar en yüksek kurmaylık mertebeleri için uygundur. Aptal ve tembellerden iş çıkarılabilir. Akıllı ve tembeller en üst komuta seviyesi için uygundurlar; çünkü her türlü durumla başa çıkabilecek tabiata ve asaba sahiptirler. Fakat aptal ve çalışkan olanlar bir tehlike kaynağıdır ve hemen uzaklaştırılmalıdırlar."


Bu sözü toplumumuza uyarladığımızı düşünürsek gerçekten de en tehlikeli sınıf ve şu anda Türkiye'nin gerçeğini de oluşturan bu aptal ve çalışkan sınıftır. Bu insanlar sorgulamaz yargılamaz düşünmezler, sadece çalışırlar ama ne için çalıştıklarını ve kime hizmet ettiklerini de bilmezler çünkü aptallardır. 

6 Aralık 2013 Cuma

İplik ve iğne...

Bir gün padişahın huzuruna bir adam getirmişler. Adamın bir hüneri varmış. 100 adım öteden fırlattığı ipliği, 100 adım ötedeki iğnenin deliğine geçiriyormuş.

Bunu başarmak tam 40 yılını almış.

Padişah "Göster bakalım hünerini" demiş.

Adam iğneyi bir sehpaya saplamış, sonra 100 adım geri gitmiş ve ipliği fırlatmış. İplik iğnenin deliğinden geçmiş.

Padişah "Tekrarla, tesadüf olmasın yoksa" demiş.

Adam tekrarlamış, gene isabet.

Padişah tam 10 kere tekrarlatmış, 10'unda da iplik hedefi bulmuş.

Padişah veziri çağırmış, "Şu adamı ödüllendirin. 100 altın verin, 100 de sopa vurun"

Adam "Aman padişahım bu nasıl ödül" demiş..

Padişah da " 100 altın hünerin için, 100 sopa da böyle lüzumsuz bir işe yıllarını harcadığın için" demiş.

5 Aralık 2013 Perşembe

Film gibi başarı öyküsü...

Bugün size gerçek bir başarı hikâyesi anlatacağım, hayatta istenirse her şeyin başarılabileceğini anlatan bir hikâye...
2001 yılında İstanbul-Antalya seferini yapan Varan otobüsünde muavinlik yapan genç bir çocuk vardı. Yolculara çay, su servisi yapıyor, işi bittiği anda hemen yerine geçip bir sinema dergisi çıkarıyor ve uzun uzun okuyordu. Hürriyet’in o tarihte verdiği bir sinema dergisiydi bu. Tesadüfe bakın ki, otobüsteki yolcular arasında, o derginin grafiklerini yapan biri de vardı...
“Nasıl dergi, beğendin mi” diye sordu muavine...
Genç çocuk başladı sinemaya, sinema dergilerine olan ilgisini anlatmaya...
“En büyük hayalinin sinema yazıları yazmak olduğunu” söyledi.
Otobüs Antalya’ya varana kadar ağır bir sinema muhabbeti yaşandı yolcuyla muavin arasında.
Yolcu inerken kartını verdi; “ıstanbul’a döndüğünde beni ara” diyerek.
Bu yaşanan olaydan bir hafta sonra telefonum çaldı, arayan grafiker arkadaşımdı.
CINE5’in sinema dergisini hazırlıyorum o sıra, “Sinemayı bilen genç bir çocuğa ihtiyacın var mı” dedi.
- Nerede çalışıyor?
- Antalya-İstanbul otobüsünde...
“Şaka mı yapıyorsun, istemem” dedim. Israrcı olunca “Peki, gelsin görüşelim” demek zorunda kaldım.
Bir gün sonra karşımdaydı genç adam.
Sinema tarihi ve popüler bilgisiyle bir muavinden çok, sinema kurdu gibiydi...
“Deneyelim, yazılar yaz bize” dedim...
Bir hafta sonra otobüsteki görevini bıraktı. İki ay sonra dergideki tüm sinema yazıları onun elinden geçiyordu... Altı ay sonra önce CINE5’in internet sitesine, sonra dergiye ilk sinema yorumlarını yazmaya başladı. Bir yıl sonra Vatan gazetesi kuruldu. Dışarıdan yazılar yazdığım Vatan’ın TV, film ve sinema yorumlarını da ona emanet ettik.
“Benim gibi sinemaya meraklı bir arkadaşım daha var” dedi.
Onu da Vatan’da işe aldık. Bu ikisi sonra hiç ayrılmadı. Şehirler arası otobüste muavinlik yapan çocuğun hayali iki yıl içinde gerçek olmuştu... Sinema yazıları yazıyor, basın gösterimlerinde filmleri ilk o izliyor, deli gibi internette dünya sinemasını takip ediyordu. Bu iki kafadar yıllarca Vatan’da çalıştı, sonra sinema dergilerine yazdılar, SİYAD üyesi oldular yani onaylı sinema eleştirmeni...
Sonra Habertürk’e geçtiler...
Yakın zamanda ayrıldıklarını duymuştum.
Geçen gün geldiler; “Abi ilk filmimizi çektik, sana izletmek istiyoruz” diye...
9 yıl önce muavinlik yapan çocuğun adı Talip Ertürk.
Arkadaşı ise Murat Emir Eren...
Borca harca girip, ellerinde ne varsa harcayıp “Ada: Zombilerin Düğünü” filmini çekmişler. Bu hikâyeyi kendime pay çıkarmak için anlatmadım. Sadece bu hayatta istediğiniz her şeyi yapabilir, istediğiniz her şey olabilirsiniz demek için yazdım. Yeter ki isteyin...
Talip’le Murat başardı...
Şimdi o film önümüzdeki hafta vizyona giriyor.
“Yönetmen Talip Ertürk-Murat Emir Eren” yazacak.
Filmi henüz izlemedim, iyi mi kötü mü bilmem.
Bunun önemi de yok...
Önemli olan bu başarı hikayesi...
Bunu yapmış olmaları.
Var mısınız filmi bu gözle izleyip, bu başarı hikâyesine destek atmaya...
Yazar: Cengiz Semercioğlu

Can dostunuz var mı?

Can" dostunuz var mı? 
Kadın ya da erkek... Hiç farketmez. 
Gerçek dostun cinsiyeti olmaz. 
Paylaştığınız birileri var mi? 
Var ise mesele yok. 
Yok ise, gidin bulun hemen! 
Sırlarınızı paylaştığınız. 
Özlediğinizi çık yüreklilikle söylediğiniz. 
Telefonda bile saatlerce konuştuğunuz, sıcacık biri... 
"O" nu görmediğinizde yüreğinizin "pıt-pıt" attığını hissettiğiniz, bir dostunuz var mı? 
Dert ortağı, sohbetlerinizi paylaştığınız, yalnızlığınızı anlattığınız, sevincinizi hisseden biri... 
Yalnız kaldığınızı düşündüğünüzde, birilerine öfkelendiğinizde, sevdiklerinizi özlediğinizde, hayal 
kurduğunuzda yanınızda o var mı? 
Sizi hiç yalnız bırakmayan biri... 
Arayan, soran,"Seni özlüyorum" diyen biri. 
Böyle bir canlı ile her şeyi konuşabilir, paylaşabilirsiniz. 
Yanıltmaz! 
Anlayışla karsılar her şeyi... 
Hataları, günahları-sevapları, her bir şeyi konuşabilirsiniz onunla... 
Hiç yalnız kalmazsınız... 
Böyle bir dost bulmak için fazla bir arayış içinde olmanıza gerek yoktur. 
O kendiliğinden çıka gelir zaten. 
(Elektrik olayı yani...) 
Bir gün bir bakarsınız karşınızda... 
Önce "Hadi lan! Kim bu" denir. Ardından, ısınmaya başlarsınız. 
Sonrasında bir bakmışsınız sıcacık sohbetler, derin konular, sırlar, paylaşımlar... 
Kimseye söyleyemediğinizi, en yakınınıza anlatamadığınızı, geçmişteki izleri, geleceğe dairlerinizi,sadece 
ona anlatır olursunuz. 
Bir dost bulun! 
Ama gerçek olsun. 
Aradığında işinizi değil, aşınızı soran... 
Kötü gününüzde ev sahibi, iyi gününüzde kiracınız olsun. 
Anlatsın, konuşsun, açık-seçik, korkmadan yaşasın. 
Güvensin! 
Cinsiyeti olmasın! 
Bir kartal kadar haşin, bir maymun kadar şaklaban, bir ceylan kadar narin olsun. 
Doğruları söylesin. 
Gerçekci olsun. 
Yanıltmasın, kandırmasın! 
İçten, sevecen, sempatik, sevdaları, özlemleri anlayabilen biri olsun. 
Anlasın! 
Ağzıyla değil, gözleriyle konuşsun. 
Yaşasın! 
Doya-doya yaşasın doya-doya yaşatsın. 
Beyninden değil, yüreğinden versin. 
"Olsun varsın! Paylaşırım." desin. 
Bir dostunuz olsun. 
Sizi ve benliğinizdekileri paylaşsın... 
Dost olsun! 
AMA... GERÇEK BİR DOST
 Mevlana ile bir öğrencisi , dostluğun ve arkadaşlığın konu edildiği bir sohbetten sonra yola koyulurlar. Yolda iki köpeğin yan yana, koyun koyuna uyumakta olduğunu görürler. Öğrencisi biraz önceki sohbetin de 
etkisiyle hayret ifadesi taşıyan bir çehre ile hocasına " Efendim şu manzaraya bakın, ne hikmetli ve ibret alınacak bir dostluk örneği değil mi ? " der. 
Büyük veli her kelimesi hikmet kokan sohbetin özetini yaparcasına "evlat aralarına bir kemik atıver de gör dostluklarını " diyerek ; kişisel çıkarların nice dostlukları yakıp kül ettiği bir dünyayı ne de güzel ifade edivermiş. Sevgimiz, samimiyetimiz ve arkadaşlığımız hiç bir karşılık veya beklentiye feda edilmeyecek kadar sağlamsa, hem de bir değer ifade ediyorsa işte gerçek dostluk budur.

3 Aralık 2013 Salı

Beş Sevgi Dili...


Siz eşiniz ile oturup konuşmak istiyorsunuz, ama o size çiçek gönderiyor. Siz ev yemeği yemek istiyorsunuz, ama o size sarılarak doyuyor. Sorun sevginizde değil, sevgi dilinizde!


Dünyaca ünlü Dr. Gary Chapman, farklı insanların sevgilerini nasıl farklı şekillerde ifade ettiklerini ortaya koyuyor ve bunları şöyle sıralıyor:

Kaliteli Zaman, Onay Sözleri, Hediye Alma, Hizmet Eylemleri, Fiziksel Temas

Sizin için çok önemli bir şey karşınızdaki için hiçbir şey ifade etmeyebilir. Ya da sizin gerekli bulduğunuz bir şeyi karşı taraf hiç umursamayabilir. İşte bu kitap sizin ve karşınızdaki kişinin ihtiyaçlarını anlamanız ve ona göre hareket etmeniz için bir kılavuz. Doğru adımları uygulayın ve doğru dili kullanın, kısa sürede sevginizi ifade etmenin ve karşılığında gerçek sevgiyi bulmanın mutluluğunu paylaşacaksınız. 

Dr. Chapman, insanın duygusal sağlığına yön veren ve sonsuz sevgi iletişimini belirleyen kilit noktaları, her insanın sevgi deposu olduğunu ve bu büyük kaynağı canlı tutmak için küçük sevgi dolu bir adımın bile yetebileceğini anlatıyor. Anahtar sizin elinizde hangi yoldan gitmeniz gerektiğine siz karar verin.

Okunmasını tavsiye edeceğim güzel bir kitap...  

2 Aralık 2013 Pazartesi

Sağ beyin mi, sol beyin mi?

Son günlerin moda terimlerinden biri Kişisel Gelişim, NLP, Hipnoz, Kuantum... 

Farkındalığınızı ve bilinç düzeyinizi geliştirmek için bu konuda profesyonel olarak çalışan ve Türkiye'nin tek online kişisel gelişim eğitimlerini veren "Kişisel Gelişim Online"'ı sizlerle tanıştırmak istedim. Zaman sıkıntısı çekmeden; evinizde, işyerinizde ya da internet bağlantısı olan herhangi bir yerde online olarak dersleri izleyebiliyorsunuz. Ayrıca dersi dinlerken, soru sorabilir, diğer öğrencilerle tartışabilir, sorularınızın cevabını alabilirsiniz. Web sitelerini ziyaret etmeninizi öneririm... www.kisiselgelisimonline.com.tr

Sağ beyin mi, sol beyin mi?

29 Kasım 2013 Cuma

Türk Dünyası...


Bir kaç günlük aradan sonra tekrar merhaba. Yoğun bir iş etkinliğinin ardından yorgun bir halde bu akşam kendimi eve attım artık. 1. Türk Dünyası Genç İş Adamları Toplantısı'nda sponsorluk yaptığımız ve ikili iş görüşmelerinde bulunduğumuz için, oldukça kalabalık bir grupla bir aradaydık. Türk olmakla her zaman gurur duyan benim için böyle bir toplantıda olmak çok heyecan vericiydi. Dünyadan 20 Avrasya Ülkesi'nden 120 genç iş adamının katılımıyla gerçekleşen toplantıda birçok ülke iş adamıyla Türkçe konuşarak iş görüşmeleri yaptık. 

Dilde, Fikirde ve İş'de birlik temasıyla yapılan toplantıda Avrasya ülkelerinin gücü ve birlikte yaratacakları iş fırsatları görüşüldü. Etkinliklerde ve akşam yemeklerinde gerçek Türk müziği ezgileriyle büyük keyif aldık. Hatta Nogay Türkleri'nden Arslanbek Sultanbekov adlı bir sanatçının Dombra adı verilen iki teli olan sazıyla çalıp söylediği canlı ezgiler çok etkileyiciydi. Azerilerin, Kazakların, Tatarların, Kırımlıların danslarıyla büyük keyif aldık. 

Amacı Türk Dünyası'nda ki iletişimi hızlandırmak ve güçlendirmek olan bu etkinlikte, iş adamları ve bürokratlar Türk Cumhuriyetlerinin potansiyellerini daha verimli kullanmak ve söz konusu işbirliklerini geliştirerek, güçlü bir Türk Dünyası gençliğini hazırlamanın önemi üzerinde durdular.

Böylelikle güçlü ve zengin Türk devletleri ile dünyada emperyalist ülkelerinin planlarına karşı her zaman dik ve sağlam durabiliriz. 

26 Kasım 2013 Salı

Büyük düşünmek...

Söz konusu olan başarıysa, insanlar metre, kilo, eğitim düzeyi veya ailelerinin geçmişiyle ölçülemez, düşüncelerinin büyüklüğüyle ölçülür. Düşüncelerimizin büyüklüğü başarımızın büyüklüğünü belirler. 

Kendinize hiç şu soruyu sordunuz mu: "Benim en büyük zayıflığım nedir?" Belki insanların en büyük zayıflığı kendilerini layık görmemeleridir. Yani kendini ucuza satmaktır. Kendini layık görmeme sayısız biçimde ortaya çıkar. Ahmet gazetede bir iş ilanı görür. Bu tam da aradığı türden bir iştir. Ama kılını bile kıpırdatmaz çünkü şöyle düşünür: "Bu iş için yeterince iyi değilim, o halde ne gerek var?" veya Murat, Aysun ile çıkmak istemektedir, ama onu aramaz çünkü onun ayarında olmadığını düşünmektedir. Hakan bir iş başvuru formu doldurmaktadır. Soruların biri şöyledir; "Başlangıç için istediğiniz maaş ne kadardır?" Hakan makul bir rakam yazar çünkü kazanmak istediği daha çok para kadar değerli biri olmadığına inanmaktadır. 

Bu örneklerden de göreceğimiz üzere, çoğu zaman zayıf yanlarımız ağır basar ve büyük düşünmekten, cesur olmaktan kaçınırız. Ne zaman düşünce tarzımızı değiştirirsek ve büyük hedeflere düşüncelerimizle de odaklanırsak o zaman başarı gelmeye başlar... 

Küçük bir tavsiye...

Anadolu yakasının en güzel İtalyan Lokantasıymış meğer. Belki bu bir reklama giriyor ama tavsiye etmeden geçemedim. Muhteşem yemekleri, sunumu, güler yüzlü personeli ile çok özel akşamlarınız da keyif alacağınız bir mekan. E tabi bu kaliteye göre de fiyatları var. Kendinizi ödüllendirmek veya sevdiklerinizle özel anlarınızı paylaşmak için ideal bir seçim. Şimdiden afiyet olsun... 

25 Kasım 2013 Pazartesi

Zirve seni bekliyor...

Zirve seni bekliyor
Dağın kıymetini bil
Sanma ki yükselmek zor
Çağın kıymetini bil

Üşenme emek için
Mutluyum demek için
Üzümü yemek için
Bağın kıymetini bil

Yokluk göründüğü an
Çabuk yıkılır insan
Azı beğenmiyorsan
Çoğun kıymetini bil

Elin, ayağın, başın
Annenin, arkadaşın
Suyun, toprağın, taşın
Göğün kıymetini bil

Bir düşün;
Değeri var mı dünün
Yarın çok geç ömrünün
                                                                                         Bugünün kıymetini bil…

24 Kasım 2013 Pazar

Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun...



"Hatice öğretmen yeni mezun olmuştu fakülteden... Anadolu'nun steplerinin güneşin sıcağı altında cayır cayır yandığı, buğday başaklarının çoktan sarardığı bir köyün tek öğretmenli 5 derslikli okulunda görev yapmaktaydı.


İlk iş olarak kendisinden önceki öğretmenlerin öğrenciler hakkındaki görüş ve gözlemlerinin bulunduğu dosyaları inceledi...hepsi için birkaç yorum, yuvarlak cümleler yazıldığını gördü.

Aralarından en çok Mehmet adlı öğrencisi dikkatinin çekmişti. Mehmet 5. sınıf öğrencisiydi. ruhsal dosyasında her yıl için birer cümle yazılmıştı önceki öğretmenleri tarafından;

"1. sınıf: Mehmet; yaşıtlarına göre daha zayıf ve çelimsiz. ama gözlerinden ateş çıkıyor adeta. zeka pırıltılarının yayılmasını üzerindeki abisinden kaldığı belli büyüklükteki elbiseleri ile siyah lastik ayakkabıları dahi engellemekte...babasının, Mehmet daha bebek iken ölmüş olması, onu, çocuk saflığından çıkarmış, annesinin hayatındaki yükünü sırtlaması gereken bir büyük adam yapmış.

2. sınıf: Mehmet; bu yıl çok durgun, dalga dalga büyüyen bir denizin sahildeki son çırpınışları gibi. annesinin hastalığı, tedavisindeki güçlüklere göğüs germesi sanırım onu yorgun düşürdü.

3. sınıf: Mehmet bu yıl neredeyse bambaşka birisi oldu. derslerine artık ilgi göstermiyor. birkaç defa sınıfta uyuyakaldı. arkadaşlarından birisi bugün onu okul duvarının yanında yere bağdaş kurmuş ağlarken gördüğünü söyledi...annesinin ölümü ile hayatın sona erdiğini düşünüyor.

4. sınıf: Mehmet okula devam etmesi gerektiğinin bilincinde değil. okulda bulunduğu sıralarda ise gözleri donuk, aklı başka bir yerlerde...güzel hayaller kurmadığı belli..."

Evet işte bir öğrencinin yüksekten düşüşünün hikayesi buydu. Hatice öğretmen sınıf öğretmen idi ama biliyordu ki; mesleği onu bazen bir çocuğa ana, bir başkasına abla olmasını gerektiğini emrediyordu. 

Bugün 24 kasım. Hatice öğretmen daha bir gururla, daha bir neşe ile doğruldu yatağından. kendince güzel olduğunu düşündüğü elbisesini giydi...bir yarım saat sonra tek odalı lojmandan çıktı. okulun kapısını açtı, pencereleri açtı, sınıfı havalandırdı. 

Az sonra okul bahçesinden "kuş cıvıltıları" gelmeye başlamıştı. dışarı çıktı, çocuklar sıra oldular ve hep bir ağızdan coşkuyla başladılar

"Türküm, doğruyum, çalışkanım,."

Önce öğrenciler içeri girdiler sonra Hatice öğretmen. önce bir öğrenci sonra diğerleri üşüştüler başına, önce elini öpüyorlar, sonra hediyelerini masanın üzerine bırakıyorlardı. en son Mehmet geldi masanın yanına, başı önde, utana sıkıla eski bir gazete kağıdına sardığı ama özenle bantlanarak paketlendiği belli hediyesini masanın üzerine bıraktı. yerine geçti. gözleri doldu, elleri titredi, dizlerinin bağı çözüldü Hatice öğretmenin...mesleğinin ilk yılıydı ve ilk öğretmenler günüydü. kendisini çabuk toparladı, öğrencilerden birisi hediyelerini açmasını istedi.

Hediyeleri tek tek açıyordu Hatice öğretmen, çok güzel saç tokaları, rengarenk çoraplar, işlemeli mendiller... dikkat etti her hediye paketinin açılışında Mehmet sırasında daha bir küçülüyor, daha bir eziliyordu. sıra gazeteye sarılı pakete geldi, açtı...içinden birkaç taşı düşmüş bir bakır bilezik ile yarısı boşalmış bir şişede parfüm denemez durumda bir çeşit esans duruyordu. arkadaşları hafifçe gülüştüler. Hatice öğretmen Mehmet'in yanına gitti, yanaklarından öptü, sınıfa seslendi;

- "En güzel hediyeyi Mehmet getirmiş." Mehmet birden doğruldu gülümsedi. Hatice öğretmen anlamıştı bileziğinde esansın da Mehmet‘in annesinden kalan birer hatıra olduğunu.

Ertesi gün Hatice öğretmen sınıfa girmeden önce bileziği taktı, kokuyu sürdü. günün sonunda Mehmet Hatice öğretmene tek bir cümle söyledi; 
- "Öğretmenim bugün bütün gün annem gibi koktunuz..." 

O gün Mehmet için bir milat olmuştu. zeka pırıltılarının üzerindeki tozlardan birkaç günde silkindi...gözlerindeki ateş tekrar yerine geldi. bir hırs ile derslerine verdi kendisini. ve nihayet yatılı okul sınavlarını zor da olsa kazandı.

Aradan üç yıl geçti. bir mektup geldi Hatice öğretmene Mehmet‘ten. mektupta "8. sınıfı bitirdim ve artık fen lisesinde okuyacağını ama değişmeyen şeyin hala, Hatice öğretmenin kendi hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu Mehmet.



Bir kaç yıl sonra Mehmet‘ten bir başka mektup daha geldi..."tıp fakültesinin kazandığını, artık daha çok çalışması gerektiğini bildiğini ve hala Hatice öğretmenin hayatındaki en iyi öğretmen olduğu" nu söylüyordu Mehmet.


Ve bir mektup daha geldi 6 yıl sonra Mehmet‘ten..."okulu 3.lük ile bitirdiğini, bu sırada bir kız ile tanıştığını ve evlenmeye karar verdiklerini, kendisinden bu törende annesinin yapması gereken temsil işini yapıp yapamayacağını" soruyordu Mehmet. "elbette" diye cevap yazdı Hatice öğretmen. nikah günü geldiğinde damadının annesine ayrılan yere oturdu Hatice öğretmen. imzalar atıldı, Mehmet ve eşi ellerinden öptüler Hatice öğretmenin ve gelin 

"- Bileziğiniz ne kadar orjinal ne kadar hoş" derken Mehmet gururlanmıştı.

eşinin sözlerine bir cümle de kendisi ekledi;

"- Öğretmenim bugün yine annem gibi kokuyorsunuz..."

23 Kasım 2013 Cumartesi

Çocuk masumiyeti...

Bugün çok sevdiğim bir arkadaşımın oğlunun doğum günündeydim. Bir çocuğun masumiyetinin güzelliğini yeniden hatırlamak ve yaşamak güzeldi gerçekten. Keşke hep o yaşlardaki masumiyetimizle kalabilseydik hayatta. Ama maalesef hayat döngüsü içinde, yaşadıklarımız, çevremizdekilerin etkisiyle her birimiz bu güzel hali unutmuş kişiler oluyoruz.

Masumiyet, içten gülebilmek; gülmek istemediğiniz zaman somurtabilmektir. Masumiyet, 'büyük' kimselerin ağlamayacağı şeylere ağlamaktır. Masumiyet, saflığını korumak için duygulardan, ihtiyaçlardan, düşüncelerden taviz vermektir. Masumiyet - masum kalmak - masum olmak, modern dünyaya bir baş kaldırıdır. Masumiyet, bedenin değil ruhun arı kalmasıdır. Masumiyet, utandığında gözleri kaçırmaktır. Masumiyet çocukluktur. Ruhunu çocuk tutan ömür boyu masum kalmaya mecburdur. Masumiyet istektir, isteksizliktir. 

Masumiyet maskelerinizi çıkarttığınızda bile kalbinizin gülümsemesidir.

Sakızın bilinmeyen ne çok faydası varmış meğer...

22 Kasım 2013 Cuma

Hayallerle başlamak...

Hayatta hep yaşamışızdır aslında; mantıklı mı olmak duygusal mı olmak lazım diye ikilemlerimiz olmuştur. Evet mantık akılla karar verdiğimiz ve çoğu zaman bizi en az yaralayan sonuçlara ulaştığımız bir seçimdir bizim için. Bilimsel olarak pek çok açıklaması yapılan İNSAN için hala bilinmeyen ve keşfedilecek çok şeyler vardır. 

Düşüncelerimiz ve duygularımız da aslında yaşadığımız hayatı belirleyen unsurlardır. Hayal etmekte aslında bizim en güçlü duygusal düşüncemizdir. Farkında olsak ta, olmasak ta hayallerimiz ve hırslarımız bizi motive eden, yükselten değerler olmuşlardır. 

Pek çoğumuz hayal etmeyiz belki, hatta anlamsız buluruz çünkü düşünce tarzımız biraz daha realist ve materyale dönüktür. Bazen de cesaretimiz yoktur, yeniliklere kapatırız kendimizi. Özellikle maddiyat içeren hayalleri kurmamak için bilinçaltımızla engeller koyarız kendimize. "Zaten kırk yıl çalışsam hayatta o evi alamam..." diyerek hayallerimizi daha filizlenmeden toprağa gömeriz. 

Gençlik yıllarımdan bu yana hep insanla ilgili çok sorularım vardı kafamda, hep sorgulayan biri oldum. Bu sebeple de olsa gerek, bu konulara ilgi duyduğumdan ve elektromanyetik yayını yaptığımdan dolayı kendimi geliştirebileceğim fırsatlar karşıma çıktı. 

Özellikle son zamanlarda aldığım Network 21 eğitimleri ile de bu konudaki bilgilerimi her geçen gün daha çok pekiştiriyorum. Öğrendiğim, okuduğum, yaşadığım, deneyimlediğim hayatımda şunu gördüm ki hayalleriniz varsa gerçekten mutlusunuz, onlara ulaşma isteğiniz ve arzunuz sizi hayatta hiç ummadığınız noktalara getirebiliyor. O kadar ilginç, resimlenen yazılan ama bir kenarda unutulan hayallerin insanların hayatlarında gerçekleşmiş olduğunu deneyimledim ki. O yüzden hayallerimi her zaman canlı tutmaya, gün içerisinde mutlaka bir kere gözden geçirmeye gayret ediyorum. 

Hayal gücünüz gerçekten sizi istediğiniz her yere götürür... Yeter ki isteyin ve hayal edin... 

Hoş geldiniz...

Merhaba Sevgili Dostlarım,

<Hayata dair, bana ait ve sana özel> temasıyla yola çıktığım bu blog sayfamda zaman zaman sizlerle olmaktan büyük keyif alacağıma inanıyorum. Evet birçoğumuz sosyal medyanın pek çok sitesini kullanarak paylaşımlarımızı yapıyoruz ancak buranın biraz daha hayata dair, bana ait ve sizlere özel olmasını istiyorum. Gönlümden geçen hayatınıza ufak dokunuşlarla temas etmek, yeni ve güzel dostlar edinmek ve sevgiyi birlikte paylaşmak.

Blog sayfama hoş geldiniz. 

Sevgilerimle...