7 Ağustos 2015 Cuma

40 Yaş farkındalığı

Benim için 40 yaşın farkındalığını nasıl güzel anlatmış İclal Aydın, yüreğine sağlık. Pınar'ı buldum her satırında...
"Kendinden özür dileyip huyundan kurtulabildin mi ?! Ben bunu sık sık yapıyorum. Ama aynı çocuğu yine ağlatırken buluyorum kendimi. Galiba hayatımı karantinaya alıp ciddi bir temizlik yapamıyorum. Olsun vicdanım rahat diyerek avunuyorum da, içimdeki kırgınlıkların yarattığı acıtıcı boşluk duygusunu onaramıyorum. Acıtanları yok saymaya çalışırken çekilen yaşam enerjim ve sevincimi neşemi öyle derinlere gömmüşüm ki, oradan çıkarmak için bile enerji kullanmam gerekir oldu. Değer verdiklerimi hep almaya alıştırmışım, hiç kırılmadığıma inandırmışım. Oysa içimden avazım çıktığı kadar bağırıp ağlamak geliyorken...
KENDİMDEN ÖZÜR DİLİYORUM
Yaşadığım süre boyunca hep merhametimin arkasından yürüdüm, beklentilerimi arkada bıraktım. Kimseden bir şey beklemedim, doğrusu bu sanıyordum çünkü. Yaşadıklarımı yaşayamadıklarımı içimde sakladım, sustum bastırdım olsun dedim insanlık bende kalsın.
Kendimden özür diliyorum.
Kendimden özür diliyorum.
BEN EN İYİSİNİ YAŞATAYIM Kİ
İstemeye yüzüm olsun dedim. Verdim, hep verdim karşılığını alıp alamadığıma bakmadan, aslında güçlü olmak değildi istediğim, ama olmak zorundaydım ve bırakıldım. Kendimi hep erteledim. Kimsenin beni anlamadığını bildiğim halde hayatıma girenleri bana verilmiş bir görev olarak gördüm. Herkesi mutlu etmek zorundayım sandım. Benimde mutlu olmam gerektiğini unutmuşum meğer... Görevim neyse en iyisini yapmalıydım ki vicdanım rahat etmeliydi.
Birilerinin de bana karşı görevleri olduğunu hiçe saymışım oysa… Ne yazık ki; Bana verilen rolleri en iyi şekilde oynarken onların rollerini iyi oynayıp oynamadığına hiç bakmadım. Karşımdakilerin eksiklerini tamamlamaya çalışırken, onların hatalarını görmeye vaktim kalmamış sanki. Beni üzmelerine bakmadan, karşılığında ne aldığıma ne hissettiğime aldırış etmeden hep verdim. Kendimi nasılda unutmuşum.. unutturmuşlar aslında. Paramparça olmuş kalbime, cayır cayır yanan içime doğruları söylemeye çalışan beynime, mutsuz yüzüme hep sus dedim. Sen sus… Kendime haksızlık ettim, kimseye etmediğim kadar. Herkesi dinledim kendimi dinlemediğim kadar. Kimse benim yüzümden mutsuz olmasın diye, hiç bir şeyin sebebi ben olmayayım diye mutluluk oyunlarımı oynadım. Yetmedi yeni oyunlar buldum. Ama bir gün bir bakmışım ki paramparça olmuşum.
Tutunacak tek duygu bırakmamışım kendime. kendimi teselli edecek tek şey yokmuş hayatımda. Allak bullak olmuşum.. Kendimi aramaya çıktığımda yorgun, yılgın, bitkin bir köşede saklanıp ağlayan bir kız çocuğu olarak buldum. Ve ona elimi uzattım diyebildiğim tek şey GEÇTİ, bir daha seni kimse üzemeyecek. Şimdi senden özür diliyorum. Seni bu kadar hiçe saydığım için, insanların seni bu kadar üzmelerine müsade ettiğim için, seni hiç bir zaman dinlemediğim için, üzerine bu kadar sorumluluk yüklediğim için, hakkın olan bütün duyguları sana yaşatmadığım için… Şimdi tekrar söylüyorum. İnsanlığından, kalbinden, duygularından, çocukluğundan, hislerinden çok özür diliyorum. Galiba ben almadan vermenin Allah’a mahsus olduğunu unutmuşum…
İclal Aydın"

2 Ağustos 2015 Pazar

TOPRAKLANMA...

Bu bölümü okuyunca aslında ne kadar doğru olduğunu kendimce bir kere daha teyit ettim. Eskiden insanların yaşadıkları sıkıntılar, kadınlarımızın çektiği acılar hakikaten şu dönemin insanları tarafından kaldırılabilecek nitelikte değildi. Ama bir çoğumuz hep toprakla temas halindeydik. Kendi adıma çocukluğum bahçeli bir evde geçmişti ve sürekli toprakla haşır neşirdik, yaz aylarında köyümüzde toprakla oynardık. Belki tüm yaşadığım olumsuzluklara rağmen üzerimdeki negatifleri bu sayede atıyordum ve yine de mutluydum. Şu an özellikle büyük şehirlerde bunları yaşayamayan milyonlarca insanın, özellikle çocukların neden bu kadar negatif, agresif, sinirli, sabırsız, tahammülsüz olduğunu daha iyi anlıyor insan... Fakir ama mutlu Anadolu halkının sırrı da bu sanırım...
"Toprakla olan ilişkisini çok zaman önce yitiren modern çağ insanının, bugün topraklanmaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var..." Metin Hara - Yol


8 Mart 2015 Pazar

DÜNYADA HER ŞEY KADININ ESERİDİR...

8 Mart 1921 yılından beri ülkemizde kutlanmaya devam eden ‘Dünya Kadınlar Günü’ kutlu olsun…

Maalesef yıllarca erkek egemen toplumlarda; yaşam, varoluş, hak mücadelesi veren kadınların seslerini duyurmak amacıyla bir araya gelmeleriyle kutlanan bir gün. Evet maalesef, çünkü bir birey ve insan olmaktan öte cinsiyet ayırımı ile insanlığın bu noktaya gelmesi bana göre çok acı. Aklın, zekanın, duygunun kadını ve erkeği olmayan sadece üzerimizdeki elbiselerimizle farklılık yarattığımız bu dünyada ne olursa olsun birbirinden ayrılamayan bir bütün kadınlık ve erkeklik. Birbirimizi anlamaya çalışmanın ötesinde hep karşı tarafı suçladığımız yaşamlar ve döngüler…

Sadece fiziksel güçte erkeğe göre zayıflığı olan kadının, aklıyla, sezgisiyle, duygusallığıyla birçok noktada öne çıktığını tarih boyunca görmekteyiz. Kadınların her zaman tek önemli beklentisi var, saygı ve sevgi duyulmak. Beklediklerimiz çok basit aslında, işine saygı, emeğine saygı, anneliğine saygı, düşüncelerine saygı, özgürlüğüne saygı, hakkına saygı. Kadınlığına ise sadece içten ve candan bir sevgi.

Toplumları yetiştirenler anne ve baba olarak ebeveynlerdir ancak bir insanın çocukluğunda o ilk tohumları atan en çok birlikte vakit geçirdiği annesidir. Bir anne, bir kadın ne kadar yetişmiş, ne kadar eğitimli, ne kadar sağlıklı ise toplumu oluşturan bireylerde o derece düzgün yetişmektedir. Burada Yüce Atatürk’ün şu sözlerini hatırlatmadan geçemeyeceğim. “Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe; hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre evlat yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz. Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Gerekli özellikleri taşıyan evlat yetiştirmek, pek çok özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız, hatta erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgin olmaya mecburdurlar!”

Mutlaka iki cins olarak fiziksel ve duygusal açıdan birbirimizden farklarımız var ve bu farklılıklar bizleri bir araya getiren artı ve eksi kutuplar. Birbirimizi eksiklerimizle fazlamızla tamamlayacağız. Birbirimizi değiştirmeye değil, anlamaya çalışacağız.

Cumhuriyet Türkiye’sinde doğmuş ve yetişmiş bir kadın olarak öncelikle bizlere insanca yaşama hakkımızı veren Yüce Atatürk’e minnettarlığımı tekrar belirtmek istiyorum. Aldığımız bu hakların karşılığını vermek ve gereğini yapmakta biz kadınlarımıza düşüyor. Eğitimimizle, kültürümüzle, insanlığımızla, kendimizi her zaman yenilemeli ve geliştirmeliyiz. Sahip olduğumuz haklarımızı siyasette, sanatta, eğitimde hayatın her alanda kullanmalıyız.

Son yıllarda sadece ülkemizde değil, dünyanın birçok yerinde eziyet çeken, zulüm gören, meta olarak kullanılan, tecavüz edilen, öldürülen tüm kadınların acılarını gönülden paylaşıyorum. İnsanlığın bir gün bu kadın istismarına, dayaklarına, ölümlerine son diyeceğine olan umudumu korumak istiyorum.

Sevgili erkekler… Son sözüm sizlere. Başta annelerinize olmak üzere, hayatınızda olan tüm kadınlara bunlar sevgilileriniz, karılarınız, kardeşleriniz, arkadaşlarınız, kız çocuklarınız olabilir önce lütfen saygı duyun. Bir insan olarak saygı duyun ve sevin. Bu sevginin boyutlarını sizler ayarlayabilecek, dengeleyebilecek yeteneğe, akıla ve bilgiye sahipsiniz.