25 Eylül 2014 Perşembe

Empati, Önyargı, Sevgi

Şöyle bir geçmişe dönüp baktığınızda ilişkilerinizdeki hatalarınızı sonrasında daha tarafsız olarak görebiliyor musunuz? Aslında şöyle davranmasaydım, böyle olurdu gibi pişmanlıklar yaşıyor musunuz? Evet zaman makinası henüz keşfedilmediği için geçmişe dönüp bunları değiştirme imkanımız maalesef yok ama gelecekteki yeni ilişkilerimizde artık ne yapıp ne yapmayacağımızı biliyoruz.
Peki ilişkilerimizde neleri eksik yapıyoruz?  Öncelikle empati kuramıyoruz. Hayata kendi cinsiyetimizden, kendi çerçevemizden baktığımız için geniş düşünemiyoruz. Tabi ki kendi cinsiyetimizden bakacağız nasıl bir şey bu diyebilirsiniz ama söylemek istediğim aslında bir kadın ve bir erkeğin anatomik açıdan bakıldığında farklı şekilde düşünme sistemleri vardır. Hatta bilimsel araştırmalar kadınların daha çok sağ beynini, erkeklerin sol beynini kullandıklarını kanıtlamışlardır. Durum böyle olunca kadınların duygusal değerleri, mantıksal bakışları erkeklerden farklı olabilir. Burada ben bir kadın olsaydım ya da ben bir erkek olsaydım nasıl bakardım olaya diyebilmeyi başarmak lazım. Bu tabi ki kolay değil ama ilişkilerde başarı için bu konuda kendimizi biraz geliştirmemiz gerektiği kanaatindeyim. Eğer hayata karşı cinsin penceresinden bakabiliyorsak o zaman iletişimimizde yaşanacak sorunlarımız çok aza iner.
İkinci önemli konu, ön yargılı düşünmek ya da egomuzun sesiyle içsel çatışmamızla senaryolar yazmak. Değer verdiğimiz kişiden gelen bir mesajı, bir sözü, bir davranışı bu egosal bakış veya ön yargı ile değerlendirdiğimizde çok farklı anlamlar katabiliyoruz. Bu durumda da karşımızdakinin aslında ne demek istediğini anlamak yerine kendi senaryomuzu yazıp oynuyoruz. Ön yargı ve senaryo yazmayı bırakarak işi karmaşık hale getirmesek daha basit olarak algılasak ve anlasak daha kolay olmaz mı?
Tabiki ilişkilerdeki sorunlara eklenecek bir çok şey var, bu konu üzerinde kitaplar bile yazılıyor ama burada kısaca bana göre en önemli gördüğüm etkenlerden bahsetmek istedim. Çünkü maddesel konuların dışında ortaya çıkacak ilişki sorunlarının temeli aslında empati yaparak düşünememe ve önyargılı davranma.  Kendimizi ne kadar iyi anlattığımız kadar, karşımızdakini ne kadar iyi anladığımızda önemli.
Bir önemli konuda sevgimizi esirgemek. Her insan sevgiyle doğmuştur hayata ve sevgiyle beslenir büyür. Nasıl ki çocukken annemizin babamızın büyükanne büyükbabalarımızın sevgisi bizler için çok şey ifade ediyorsa ve o sevgileri aldıkça mutlu oluyorsak, sevildiğimizi bilmek bizi huzurlu yapıyorsa, ikili ilişkilerimizde de sevgiyi esirgememek çok önemli. Sevginizi her şekilde karşı tarafa gösterin ama bir karşılık beklemeden. Sevgi paylaştıkça büyür ve anlam kazanır.
Şimdi elinize bir kağıt kalem alın ve yaşadığınız biten ilişkilerinizi yazın, ne kadar sürdüğünü, neden bittiğini, yaptığınız önyargıları, sevginizi ne kadar gösterdiğinizi, herşeyi yazın ve lütfen dışardan bir gözle yaptığınız hatalar varsa bunları yazın, bunların nasıl sonuçlar doğurduğunu düşünün ve yüzleşin. Kendinize bir daha bunları yapmayacağınıza dair bir söz verin.
İlişkilerimizi irdeleyeceğimiz başka makalelerde görüşmek üzere, sevginizi paylaşın, yaşayın, empati yapın ve önyargıyı bırakın…
Pınar DERYA
Profesyonel Yaşam Koçu

24 Eylül 2014 Çarşamba

Yaşam Amacı

Herkesin bir öyküsü vardır. Bu öyküler kimi zaman neşe, kimi zaman hüzün, kimi zaman coşku, kimi zaman da keder doludur. Ne yaşarsak yaşayalım bu öykülerimizin hep bir başrol kahramanı vardır o da bizleriz. Başrolümüzü oynarken aslında başka bir öykünün figüranlığını oynadığımızı da unutmamamız gerekir. O sebeple nasıl ki kendi hayatımızda hep iyi oyuncular isteriz, başkalarının hayatında da iyi oyuncu olmaya özen göstermeliyiz.
Bu öyküleri oynarken, yaşarken aslında en çok üzerinde durmamız gereken şey bana göre “Yaşam Amacı”mızdır. Nedir yaşam amacı? Kimimiz için evlattır, kimimiz için kariyerdir, kimimiz için paradır… Bir çok şey sayabiliriz aslında ama en önemlisi öncelikle milyonda bir şansla dünyaya gelebilmenin o inanılmaz mucizesini yaşamaktır. Bir birey olarak, bu hayatın sadece kendi hayatımız olduğunu kabullenerek yaşamanın önemli olduğunun, hayal ve hedeflerimize aslında ne kadar yakın olduğumuzun bir göstergesidir belki de…
Evet çoğu zaman seçimlerimizi kendimiz yapamıyoruz, bu eğitimde, işte, kariyerde, evlilikte herşeyde geçerli. Ama şöyle bir durup kendimize bazen sormamız gerekmez mi? Benim amacım sadece bu mu? Ya da ben gerçekten bu sahip olduklarımla ne kadar mutluyum ve başka nelere sahip olsam veya gerçekleştirsem daha mutlu olacağım? Bu aşamaya gelen bazı dostlarıma bakıyorum, büyük bir cesaretle o amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli adımları atıyorlar ve çok mutlu oluyorlar. Ama o adımı atamayan kişiler ise bir çemberin içinde yine bir köşeden başka bir köşeye dönüp duruyorlar.
Peki nasıl bulacağız yaşam amacımızı?
Aslına bize sunulan bir hayat vardır ve her istediğimiz anda üzerinde bu değişiklikleri yapma şansımızda mevcuttur. Öncelikle kendimizi gelişime adamak, farkındalıklarımızı ortaya çıkarmak, hayallerimizi, yapmak istediklerimizi hedeflemek çok önemli. Hayat ona vereceğimiz anlamlarla zenginleşecek. Yaşam zaten farkındalığın ölçüsüyle gerçekleşen bir olgudur. Fark edip yolumuza devam ettiğimiz sürece yol alabiliriz ancak.
Yaşam amacı derken işin içinde sadece META yoktur ve yaşamak sadece nefes almak ve yemekten ibaret değildir. Kaliteli bir yaşam, insanca yaşama ve düşünce, olgun ve erdemli bir insan olabilme de bir yaşam amacıdır çoğu zaman. Hayatımızın refah ve konforunu inşa ederken yaşam görüşlerimizi de bu paralelde yükseltirsek amacımızı bulmamız ve yakalamamız daha kolay olur.  Mış gibi yaşamamak için kendi yaşamımızı istediğimiz gibi yaşama hakkımız olduğunu bilmeliyiz. Bu demek değildir ki, bencillik yapalım etrafımızı unutalım, kafamıza göre yaşayalım. Aksine bizim mutluluğumuz etrafımızın mutluluğu ve dolayısıyla toplumun mutluluğundur.
Bu amacımızı bulmak için hayatı ertelemeyelim. Hayatımızdaki her şeyi ertelediğimiz gibi yaşamayı da öylesine ileri bir tarihe erteliyoruz ki, sonra vakit dolduğunda keşkelerle başbaşa kalıyoruz. Hep emekli olursak daha iyi bir yaşam kurabileceğimize inanarak tüketiyoruz yaşadığımız günlerimizi ya da hep geçmişe vahlanarak zamanımızı geçiriyoruz. O yüzden de yaşlanmaktan bu kadar korkmuyor muyuz?
Hayatı ertelemeyin ve mutlu olma fırsatlarını kaçırmayın, Yaşam Amacı’nızı bulma konusunda iç sesinizi dinleyin, destek alın, hayal kurun, hedefler koyun. Bu sizi gerçekten çok mutlu edecektir.
Ben 38’imde bulduğum “Yaşam Amacı”mla çok mutluyum, darısı başınıza diyorum… 
Pınar DERYA 
Profesyonel Yaşam Koçu

23 Eylül 2014 Salı

Huzur

Garip bir haldeyim son günlerde... Böyle sanki bir boşlukta, herşey nötr, duygularda yok sanki. Aslında var da yok gibi, uyuyor herşey zihnimde. Huzur var sadece ve huzur istiyor bu gönül sanırım. Bir farkındalık var, hayatın anlamıyla uğraşmaca, bir açılım kendi içimde. Yakında çıkar kokusu, yazmak isteği var yine. Duyguları anlamlandırmak, kelimelerle tarif etmek. Geceleri şiir yazasım geliyor bazen, küçük dörtlükler dökülüyor gönülden... İşte onlardan biri; 


Bazen geceler tuzak, uykular firar olur ya,
İşte böyle anlarda ben bana dost, sen bana yar olursun,
Zamanla geçer dedikleri ne varsa yaşanan,
Irmak olur, göl olur, deniz olur, 
Akar gider, taşar gider, gönüle dert olur...

Hüzün, isyan, endişe...

Son günlerde yeğenimin ameliyatı dolayısıyla çok koşturmacalı günler geçirdik. Bu günlerin büyük çoğunluğu Koşuyolu Kalp Hastahanesi’nde geçti ve bir kere daha “Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi” sözüyle hayatta en önemli şeyin öncelikle sağlık olduğunu bir kere daha hatırladık.
Hastahane’de ister istemez aynı odada bulunan farklı hayat hikayelerini dinledikçe de, bir kere daha çok şükür demek zorunda kaldık. Herkesin kendine göre farklı hikayesi var, bende çok kolay geçitlerden geçmedim bu yaşıma kadar ancak kendimle bir kere daha yüzleşip herşeye rağmen şükretmenin tekrar önemini yaşadım. İnsan her yaşta ayrı birşeyler öğreniyor ve kendinde farklı açılımlar ve farkındalıklar yaşıyor.
Hastahane’de tanıştığımız Bursa’dan gelen 8 aylık küçük bebeğin geçirdiği ameliyat sonrasında tekrar ilerleyen yaşlarda ameliyat geçirecek olması ama buna rağmen mücadeleye devam eden annesini tanıdık, Ankara’da bir çok kereler ameliyat olmuş doktorların artık ameliyat olamaz dedikleri 17 yaşındaki Afyon’lu genç kızımızın hayata yeniden dönüşünü gördük, Siverek’ten gelen 8 yaşındaki dudakları mosmor şekilde ameliyata giren kızımızın ve ailesinin dramını, 35 yaşında olan ancak dinlediğimiz hikayesinde yaşadıklarından 50 yaşında gösteren annesinin gözlerindeki umutları gördük. Bunların dışında beni en çok etkileyen ise Trabzon’lu 12 yaşındaki Mesutcan’ın kalp ameliyatı sonrası enfeksiyon nedeniyle su toplayan kalbinin tekrar operasyona gerek duyması, kan ihtiyacı için gözyaşı döken ocakta çalışan işçi babasının (5 gün boyunca kolu delik gömlekle çocuğunun başında bekleyen) yaşadıklarıydı. Çocuğun ameliyat sonrası öksürmesi ve göğsüne bir yastık ile destek yapması gerektiği halde çocuğuna o yastığı alamayan babanın üzüntüsü gördük.
Ve tüm bunları yaşayınca bir kere daha isyan ettim düzene, hayata, insanların yaşadıklarına… Belki yine konuyu siyasi bir duruma getireceğim ama o insanların çoğu garibandı ve ne zorluklarla çocuklarının hayatı için oralarda uğraş veriyorlardı. Bir anne olarak onların yaşadıklarını gönlümde hissettim, tıkandım. O babanın gözyaşlarını, umutsuzluğunu unutamıyorum. Tabi ki kan bulunurdu, bulunacaktı da ama o kadar çaresiz ve yalnızdı ki beni üzen en çok o oldu…
Ne zaman benim ülkemin insanı rahata erecek acaba? Ne zaman bu sömürü zihniyeti bitecek bilmiyorum. Koca Çankaya köşkü dururken kendilerine utanmadan milletin, halkın, garibanın parasıyla saray yaptıranlar acaba bu dramların onda birini yaşasalar kıymet bilirler miydi? Anlayabilirler miydi? Neyi iyi yapmışlar bu ülkede, gariban yine gariban, fakir yine fakir… Yol yapmakla, rezidans dikmekle, yandaş müteahhitleriyle paraları kırışmanın dışında neyi iyi etmişler? Paranın yine değeri yok, fakir gene fakir. Acaba Avrupa’da işçiye verilen değerin onda biri benim ülkemde verilseydi herşey nasıl olurdu? Yüzü gülen mutlu insanlar yaşasın bu güzel ülkede, her geçen günü daha agresif, daha mutsuz, daha umutsuz insanlar olmasın…
Yanlış anlamayın amacım sizleri de üzmek değil, siyasette yapmak değil ama bu gönlümden geçenleri paylaşmak istedim. Bu manzaraları görmek zorunda kalmadan belki bizlerde birşeyler yapabiliriz. Herkese tabi ki yetemeyiz ama gönüllü olarak birşeyler yapmak lazım. Şimdiye kadar parayı bir evim olsun diye istedim hep, kiralardan kurtulayım diye… Ama ilk kez o gece o gözyaşlarını görüp kan ararken dedim ki, lütfen para kazanmayı düşünmeden geçireceğim bir hayatım olsun ve ben gönüllü olarak insanlara yardım edeyim. İnsanların hayatına dokunmak ve küçükte olsa bir tebessüm bırakabilmek kadar güzel birşey yok hayatta.
Kişilik olarak yakınlarım bilirler, hayatta önceliğim hep İNSAN oldu, hangi ırktan, hangi dinden, hangi milletten olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun önemi yoktur benim için ve ortak tek bağın herkeste varolan SEVGİ olduğuna inanırım. Sevginin açamayacağı hiçbir kapı yoktur bana göre… Ama bu sevgi koşulsuz, karşılık beklemeden, beklenti olmadan olmalı… Umuyorum ki dünyamız, insanlık daha iyi noktalara gelir. Gözümüzle göremediğimiz ne acılar yaşanıyor ve bunlara duyarsız kalmamalıyız. Birey olarak her birimiz ki buna bende dahil başımızı gömdüğümüz kumdan şöyle bir etrafımıza bakabilsek neler yapacağız kimbilir?
Hepiniz sevgiyle kalın…

17 Nisan 2014 Perşembe

KUYUYA DÜŞEN EŞŞEK


Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın ya
şlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir.

Bütün kom
şularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser. Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.

Bir süre sonra, kom
şular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile. Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisli
ği silkeleyip bir adım yükselmektir.

Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz. Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.
Mutlulu
ğun 5 basit kuralını unutmayınız:

1. Kalbinizi nefretten arındırın - Affedin.
2. Dü
şüncelerinizi endişelerinizden arındırın - Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.
3. Basit ya
ş
ayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.
4. Daha çok verin.
5. Daha az bekleyin..

4 Nisan 2014 Cuma

Yaşam amacının üzerinde çalışmak...

Merhaba sevgili dostlar... Bugün bu satırları çok keyifle yazıyorum. Bu sabah uyandığımda oldukça pozitif ve neşe dolu bir güne kalktım. Bu güzel bahar sabahında yeni bir şeyler olacağını hissettim. Uzun zamandır hep insanın kişisel gelişimi, Reiki, melekler, hayatın gerçeği gibi konularla çok ilgilendim. Özellikle Amway iş projesinde aldığım Network 21 eğitimleri de bu konuda gerçekten bana çok şey kattı.
 
Kişisel gelişim konusunda uzun süredir çalışan çok yakın bir dostumla bugün görüşmeye gittiğimde artık bu konuyla ilgili benimde bir şeyler yapma zamanımın geldiğini hissettim. Uzun zamandır gönlümden geçen "Yaşam Amacının Üzerinde Çalış" mesajı da bunu doğruluyordu.
 
Bu konuyla ilgili olarak hem kendime yeni bilgiler katmak hem de bu bilgileri insanlığa ışık tutacak bir şekilde paylaşmak beni inanılmaz mutlu edecek bunu biliyorum. Gerçekten artık iş hayatının stresinden, ev hayatının monotonluğundan çıkmazda olan o kadar çok insan var ki. Bazen bazı şeylerin farkında oluyoruz belki çözümleri de biliyoruz ama kelin merhemi misali kendimize bir hayrımız dokunamıyor. Bunun için bu konularda uzman olmuş kişilerden bu desteği almak belki de kendimize yapacağımız en güzel yatırım...
 
Bir başlayalım bakalım. Detayları zamanla paylaşacağım. Yaşam amacınızı bulmanız dileğiyle...
 
Sevgiler...

2 Nisan 2014 Çarşamba

Küllerinden yeniden doğmak...

Bilirsiniz ki; Anka Kuşu hakkında sayısız efsaneler üretilmiştir. Geçen gün siteleri dolaşırken Anka Kuşu ile ilgili yazılmış bir efsane okudum ve çok hoşuma gitti. Daha doğrusu kendimce bu hikayeden dersler çıkarttım. Sizin de beğeneceğinizi düşündüğüm için buraya yazdım.

Anka kuşu, görkemli, kuğu boyunda, kırmızı bir kuştur; uzun, altından bir kuyruğu, gagası ve pençeleri vardır. Dağ doruklarına yuva kurar ve Mısır, Hindistan, Çin'de bulunur. Anka kuşu, bedeni işlevini yitirmeye başladığı zaman alev alıp küllerinden yavru olarak yeniden doğmak suretiyle kendini yenileyebildiği için, çok çok uzun zaman yaşar. Anka kuşu, hiç kimseyi öldürdüğü görülmemiş, yalnızca şifalı ot yiyen yumuşak huylu bir yaratıktır. Sırga gibi o da istediği zaman yok olur, yeniden ortaya çıkar. Şarkısı sihirlidir: Temiz kalplilerin cesaretini artırdığı, temiz kalpli olmayanlara da korku verdiği söylenir. Anka gözyaşlarının güçlü şifa verme özellikleri vardır.
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş...

Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.

Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;

papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);

Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;

baykuş yıkıntılarını özlemiş,

balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.

Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yok oluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler ki;

"SİMURG ANKA - Otuz Kuş" demekmiş.

Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş.
Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.

Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...